(128) 26. Lem'a/8, Sh 255 | 12.Reca | Madem Allah bâkîdir, her şeye bedel bir cilve-i rahmeti kâfîdir
Description
On ikinci Recâ: Bir zaman Isparta vilâyetinin Barla nâhiyesinde nefiy nâmı altında işkenceli bir esâretle, yalnız ve kimsesiz bir köyde, ihtilâttan ve muhâbereden men‘ edilmiş bir vaz‘iyette hem hastalık, hem ihtiyârlık, hem gurbet içinde gāyet perişan bir halde iken, Cenâb-ı Hak kemâl-i rahmetinden Kur’ân-ı Hakîm’in nüktelerine ve sırlarına dâir, benim için medâr-ı teselli bir nûr ihsân etmişti. Onunla o acı elîm hazîn vaz‘iyetimi unutmaya çalışıyordum. Vatanımı, ahbâbımı, akāribimi unutabiliyordum. Fakat vâ hasretâ birini unutamıyordum. O da hem biraderzâdem, hem ma‘nevî evlâdım, hem en fedâkâr bir talebem, hem en cesur bir arkadaşım olan merhum Abdurrahmân idi. Altı yedi sene evvel benden ayrılmıştı. Ne o benim yerimi biliyor ki, bana yardıma koşsun, teselli versin. Ve ne de ben onun vaz‘iyetini biliyordum ki, onunla muhâbere edeyim, derdleşeyim. Benim bu ihtiyârlık zamanımda öyle fedâkâr, sâdık birisi bana lâzımdı. Sonra birden birisi bana bir mektub verdi. Mektubu açtım, gördüm ki, Abdurrahmân’ın mâhiyetini tam gösterir bir tarzda bir mektubdur. O mektubun bir kısmı, Yirmi yedinci Mektub’un fıkraları içinde, üç zâhir kerâmeti gösterir bir tarzda dercedilmiştir. O mektub, beni çok ağlattırmış. El’ân da ağlattırıyor. Merhum Abdurrahmân o mektub ile, pek ciddi ve samîmî bir sûrette dünyanın ezvâkından nefret ettiğini ve en büyük maksadı bana yetişip, küçüklüğünde benim ona baktığım gibi, o da bana ihtiyârlığımda hizmet etmekti. Hem dünyada benim hakîkî vazîfem olan neşr-i esrâr-ı Kur’âniyede, muktedir kalemiyle bana yardım etmekti. Hatta mektubunda yazıyordu: “Yirmi otuz Risâleyi bana gönder. Her birisinden yirmi otuz nüsha yazıp, yazdıracağım” diyordu. O mektub bana dünyaya karşı kuvvetli bir ümid verdi. Dehâ derecesinde zekâya mâlik ve hakîkî evlâdın çok fevkınde bir sadâkat ve irtibât ile bana hizmet edecek böyle bir talebemi buldum diye, o işkenceli esâreti, o kimsesizliği, o gurbeti, o ihtiyârlığı unuttum. O mektubdan evvel, îmân-ı bil’âhirete dâir tab‘ ettirdiğim Onuncu Söz’ün bir nüshası eline geçmişti. Güya o risâle ona bir tiryâk idi ki, altı yedi sene zarfında aldığı bütün ma‘nevî yaralarını tedâvi etti. Gāyet kuvvetli Sayfa 256 ve parlak bir îmân ile, ecelini bekliyor gibi bana o mektubu yazmış. Ben yine Abdurrahmân vâsıtasıyla mes‘udâne bir hayat-ı dünyeviye geçirmek tasavvurunda iken, bir iki ay sonra vâ hasretâ, birden onun vefat haberini aldım. Bu acı haber beni o derece sarstı ki, beş senedir onun te’sîri altındayım. O vakit bulunduğum işkenceli esâret ve yalnızlık ve gurbet ve ihtiyârlık ve hastalığım, o derece onların fevkınde bana bir rikkat, bir hüzün verdi ki, ben merhum vâlidemin vefatıyla, hususî dünyamın yarısı vefat etmiş diyordum. Abdurrahmân’ın vefatıyla da, bâkî kalan öteki yarı dünyam da vefat etti gördüm. Dünyadan bütün bütün alâkam kesildi. Çünkü o dünyada kalsa idi, hem dünyadaki vazîfe-i uhreviyemin kuvvetli bir medârı ve benden sonra tam yerime geçecek bir hayrulhalef ve hem de bu dünyada en fedâkâr bir medâr-ı teselli, bir arkadaşım olabilirdi. Ve en zeki bir talebem ve bir muhâtab ve Risâle-i Nûr eczâlarının en emîn bir sâhibi ve muhâfızı olurdu. Evet insaniyet i‘tibâriyle böyle bir zâyiât, benim gibi insanlara çok hirkatlidir, çok yakıyor. Gerçi zâhiren tahammüle çalışıyordum. Fakat ruhumda şiddetli fırtına vardı. Eğer ara sıra Kur’ân’ın nûrundan gelen teselli teskîn etmese idi, benim için dayanmak mümkün olamayacaktı. O zamanın Barla nâhiyesinin derelerine, dağlarına yalnız gidip geziyordum. Hâlî yerlerde oturup, o teessürât-ı hazîne içinde, eski zamanda Abdurrahmân gibi sâdık talebelerimle geçirdiğim mes‘udâne hayat levhaları sinema gibi hayâlimden geçtikçe, ihtiyârlık ve gurbetin verdiği sür‘at-i teessür, mukāvemetimi kırıyordu. Birden كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ âyet-i kudsiyenin sırrı inkişâf etti. Bana يَا بَاق۪ٓي اَنْتَ الْبَاق۪ي ٭ يَا بَاق۪ٓي اَنْتَ الْبَاق۪ي dedirtti ve onun ile hakîkî teselli verdi. Evet, ben o hâlî derede, o haz...




